Vaktiyle, CHP’nin kültür dergisi ÜLKÜ’de şöyle bir cümle okumuştum: “En iyi din terbiyesi dinden hiç bahs etmemektir.”
Birtakım bedbaht kadınlara, tepesinde TC antetli resmî “Vesikalarla” fahişelik yapma izni verilmesini, bunlardan KDV ve gelir vergisi alınıp bütçeye konulmasını lâikliğe, demokrasiye, insan haklarına, kadın haysiyetine aykırı bulmayanlar, başörtüsüne takmışlar kafalarını
SultanAbdülhamid Kızıl Sultandır, iyi değildir.?
Açıklama: Bu gibi lâfları, Osmanlı Devleti’ni parçalamayı hedefleyen Ermeni komitacıları, Haçlılar ve onların yardakçıları çıkarmıştır. Hiçbir Müslüman ve Türk böyle konuşmaz. Sultan Abdülhamid devletin bütünlüğünü, halkın refah ve huzurunu isteyen, çok olumlu ve faydalı hizmetler yapmış olan, otoriter, fakat şefkatli bir devlet reisiydi. Her Müslümanın bu zat için rahmet okuması ve ona Ulu Sultan, Gök Sultan demesi gerekir. Onun Kızıl Sultan ve kötü bir padişah olduğu iddiaları Türkiye düşmanları tarafından çıkartılmıştır. Nitekim, Gök Sultan tahtından indirildikten sonra Osmanlı Devleti on sene içinde batmıştır.
....................................................................................
Türkiye’de, Cumhuriyet’in kurulduğu 1923 yılından bu yana lâiklik vardır.
Açıklama: 1923’te Cumhuriyet kurulduğu zaman Anayasa’nın ikinci maddesi şöyleydi: “Devletin dini, Din-i İslâm’dır.” Yani o tarihte İstanbul Dolmabahçe Sarayı’nda, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından seçilip tasdik edilmiş bir Halife oturmaktaydı ve Cuma namazlarına büyük merasimle gitmekteydi.
....................................................................................
Onikinci yalan: Atatürk ile İsmet Paşa iki yakın arkadaş ve dost idi.
Açıklama: İsmet Paşa, 1930’larda başbakan iken Atatürk’e kafa tutmuş ve “Ben ... sofrasından emir almam” diyerek rest çekip istifa etmiştir. Atatürk, ölümüne yakın zamanlarda İsmet’in vefat etmiş olduğunu sanıyordu ve bu yüzden onun yetim oğullarına kendi servetinden burs bağlamıştır.
....................................................................................
Onüçüncü yalan: Türk solu millî bir harekettir.
Açıklama: Türkiye’ye solculuğu, Marksizmi, komünizmi getirmek için çalışanların üst tabakasının hemen hepsi Sabataycıdır.
....................................................................................
Ondördüncü yalan: Nazım Hikmet bir hürriyet kahramanıdır.
Açıklama: Nazım, Atatürk rejimini devirmek, yerine Rusya himayesinde kızıl bir rejim kurmak istiyordu. Başarılı olsaydı Atatürk’ü idam ettirecekti.
....................................................................................
Gavslık ve kutubluk derecesine yükselmiş olan Seyyid Ahmed er-Rufaî hazretleri sokaklardan uyuz köpekleri toplar, onları yıkar temizler, derilerine merhem sürermiş
....................................................................................
Yazar Hikmet Çetinkaya’nın:
“Türkiye’de devletin hâkim sistemi iki şeyi aradı durdu. Mümkünse İslâm’ı değiştirmek, ona gücü yetmezse Müslümanların din anlayışını değiştirmek. Kemalizmin en önemli özelliklerinden biri dinde reformu amaçlaması idi. Bunda muvaffak olunamadı çünkü İslâm’ın kitaba bağlı karakterleri böyle bir reformasyona ve deformasyona izin vermiyordu. Bu, Müslümanlara da kabul ettirilemedi. Ağır baskı dönemleri yaşandı Türkiye’de ama dinde reform kabul görmedi.”
....................................................................................
1936’da basılan “KAMALİZM: C.H.Partisi Programının İzahı” adlı kitabında Edirne Saylavı (milletvekili) Şeref Aykut bakınız Kemalizmi nasıl tarif ediyor:
“Kamalizm, bir dindir ki onun en büyük ve ana sıfatlarından birisi de devrimci olmasıdır. (.....) Bu sebepledir ki onu (gençliği) Kamalizm dininin hiç şaşmayan, şaşırmayan orunçlu ve coşkun tapkanı yapmak, ona bu kudsal, ulusal ve kurtarıcı dini olanca derinliği ve inceliği ile oydamlamak ister... ta ki, Kamalizm dinine inanı artsın. İşte disiplin altında gençlik böyle olacaktır. Parti bunu amaçlamış, hazırlamıştır.” (Adı geçen kitap, Muallim Ahmet Halil Kitap Evi, İstanbul)
....................................................................................
Türk Dil Kurumu tarafından hazırlanan Türkçe SÖZLÜK’te din hanesinde “KEMALİZM TÜRKÜN DİNİDİR” cümlesi yer almaktadır. (Cumhuriyet Basımevi, İstanbul, 1944)
(Daha sonra, ülkemize biraz demokrasi ve biraz hürriyet geldikten sonra, protesto ve tenkitler karşısında SÖZLÜK’teki bu cümle çıkartılmıştır.)
....................................................................................
YIL 1941... Ankara Büyük Millet Meclisi kürsüsünde Antalya milletvekili Rasih Kaplan konuşuyor. Önce bu konuşmayı okuyalım. Bir değişiklik yapmadan aynen nakl ediyorum: “...Size bir misal (örnek) arzedeyim. Antalya’dayım... Müddeiumuminin (savcının) yanında müftüyü gördüm, ibticvab ediyordu (sorguluyordu). Hayret ettim... Çünkü Antalya’daki müftü, ta Millî Mücadele’den (Kurtuluş Savaşı’ndan) bugüne kadar müftümüzdür. Millî Mücadele’de çok çalışmış, karakterli bir arkadaştır. Kendisi cürüm (suç) ve ceza ile alakası olmayacak derecede sakin, iyi ahlaklı bir insandır. Binaenaleyh (müftü) gittikten sonra sordum... Müddeiumumi (savcı) dedi ki: Birisi bir ihbarname veriyor (jurnal ediyor), “dün öğle namazında camiye gittim, müftü camide idi, müezzin Türkçe kameti getirdikten sonra baktım, müftü namaza başlamadı, dikkat ettim, dudakları kıpırdıyor. Arapça kamet getiriyordu...” Müddeiumumi, bunun üzerine takibata (soruşturmaya) başlamış...”
Kaynak: Türkiye Büyük Millet Meclisi Zabıt Ceridesi (tutanakları), İ,55, 23-5-1941, c. 1, s. 144.
....................................................................................
Müslümanlara yapılan baskılar bitti mi? Ne gezer... ‘Devam ediyor. Daha demokratik (!) şekilde...
Bizde sözde demokrasi var ama dinî dernek kuramazsın...
12 yaşından küçük çocuklara din ve Kur’an dersi verdiremezsin...
Okullara ve üniversitelere, kız çocuklarını başları örtülü olarak gönderip okutamazsın...
Atatürk’ün kapattırdığı Mason locaları açık ama Müslümanlar tekke, zaviye, dergah açarak zikrullah yapamaz...
Dinî kıyafet giymek yasak...
Müslümanların başlarına dinî/ruhanî bir imam-ı kebir seçmeleri yasak...
Neymiş efendim, ülkemizde din hürriyeti varmış ve Müslümanlara baskı maskı yapılmıyormuş... Sevsinler!..
İsmet Paşa’nın tek parti rejimi uzun yıllar boyunca Müslümanların hacca gitmesine de izin vermemişti.
Ülkedeki camilerin yüzde seksenini kapatmışlar, harap etmişler, yıkmışlar, satmışlar, kiraya vermişlerdi. Sultanahmet Camii bile 1943’te ibadete kapalıydı, asker sevk merkezi idi...
Mimarlık okutulan üniversitelerde ve yüksek okullarda cami mimarisi okutmadılar.
1940’lı yılların ilk yarısında Matbuat Umum Müdürlüğü (Basın Yayın Genel Müdürlüğü) bütün gazetelere bir tamim (genelge) göndererek dinî yayınların durdurulmasını istedi. (İzzettin Nişbay imzasıyla)
Nakşibendî şeyhi Seyyid Abdülhakim Arvasî 1944’te Ankara’nın Bağlum köyünde vefat etmiştir. Orada ne işi vardı? Rejim onu sürgün etmişti.
O tarihteki anayasada din hürriyeti vardır diye yazılıymış... Pöh!..
Yine yazımızın ana konusuna dönelim. Antalya milletvekili Rasih hoca ne diyor: Antalya müftüsü Kurtuluş savaşında büyük hizmetler etmiştir... Etmiş ama yine paçasını 1
Kurtuluş savaşı nasıl bir savaştır? İslâmî bir cihad hareketidir, ilk Meclis’te yetmişten fazla sarıklı hoca ve şeyh vardı.
O tarihte hicrî takvim kullanılırdı... Hafta tatili Cuma idi... Bütün Müslüman kadınlar çarşaflı, çoğu peçeli idi.
Büyük Millet Meclisi hükümetinde bir Evkaf ve Şer’iye Vekaleti (İslâm Vakıfları ve Şeriat Bakanlığı) vardı...
Zavallı Antalya müftüsü, nereden nereye sürüklenmişti. Sen Kurtuluş Savaşında canla başla hizmet et, sonra dudakların kıpırdadı diye savcıya ifade ver...
Dudakları kıpırdamış... Arapça kamet getirmiş... Doğru savcının huzuruna... Aman ne büyük cinayet!..
Sonra gözümüzün içine bakarak bu millete dinî baskı ve zulüm yapılmamıştır diyebiliyorlar. Kim inanır onların bu yalanlarına...
....................................................................................
Başbakanlığı sırasında Tansu Çiller’i İstanbul’a, İTO’nun başarılı işadamlarına (ve kadınlarına) ödül verme törenine çağırmışlardı. Çiller bu davete icabet etmedi. Çünkü ödül alacaklar içinde, vergi rekortmeni çok sayın Madam Matild Manokyan bulunuyordu. Saygıdeğer Madam ne iş yapıyordu biliyorsunuz... Genelevler imparatoriçesiydi. Edebiyatçılığı da vardı: Akrostişli Ata şiirleri yazardı... Çiller o törene katılmadı ama başka bir başbakan katıldı.
Ve bu toplum ne madama resmen ödül verilmesini, ne de Türkiye başbakanının bu törene katılmasını protesto etti. Öyle ya vergilendirilmiş kazanç kutsaldır... Üzerinde TC anteti bulunan resmî “vesikalarla” Türk kadınları resmen fahişe olarak çalıştırılıyor, makbuz veriliyor, KDV ve Gelir Vergisi alınıyor, bu paralar bütçeye katılıyor. Diyanet İşleri Başkanının, müftülerin, imamların maaşları bile bu bulaşık ve frengili paraların aktığı bütçe havuzundan ödeniyor.
....................................................................................
İngiliz tarihçi Steven Runciman’ın “Haçlı Seferleri Tarihi”nin ikinci cildindeki (Türk Tarih Kurumu yayınları) şu satırları birlikte okuyalım: “René (de Châtillon) Patrikten para talep etti ve vermeyince de bir kızgınlık nöbeti içinde onu zindana attırdı. Papas burada zalimane bir şekilde döğüldü ve bundan sonra yaralarının üzerine bal sürülerek uzun bir yaz günü boyunca kızgın güneş altında ve zincire vurulmuş olarak içkalenin damında bütün civarın haşaratının saldırısına terkolundu. Bu muamele etkisini göstermekte gecikmedi. Bahtsız patrik böyle bir günün cehennem azabına bir daha tahammül etmektense paraları vermeyi yeğledi.” (s. 290)
O tarihte Kıbrıs, Bizans toprakları içindeydi. Adanın valisi Konstantinopl’deki imparatorun yeğeni İoannes Komnenos idi. Mükemmel bir savaşçı olan Mikhail Branas valinin yardımcılığını yapıyordu. Frank prenslerinden ve kumandanlarından René de Châtillon, Ermeni Kralı Thoros ile birlikte Kıbrıs adasına saldırdı. Karşı koyan Vali İoannes ile kumandan Branas esir düştüler. Bundan sonra olup bitenleri yine Runciman’ın kaleminden okuyalım:
“Başarıya ulaşan Franklar ile Ermeniler bundan sonra Ada’nın her yerine dağılıp gözlerine ilişen her şeyi, kiliseler ve manastırlar dahil olmak üzere bütün dükkanları ve özel evleri soyup soğana çevirdiler ve ateşe verdiler. Bütün tarlalar da yakıldı. Hayvan sürüleri ve ahali bir araya toplanarak sahile doğru itildiler. Kadınlara tecavüz edildi, hareketten aciz olan ihtiyarlar ve çocuklar boğazlandı. Cinayet ve tecavüzler bir bakıma Hun ve Moğolların kıskançlığını uyandıracak bir mertebeye ulaştı. Bu müthiş kâbus hemen hemen üç hafta sürdü. Bundan sonra bir (Bizans) imparatorluk donanmasının yaklaştığı söylentileri çıkınca Renaud gemilere çekilme emrini verdi. Gemiler ağızlarına kadar ganimetle dolduruldu. Gemilerde yer bulamayan sürüler eski sahiplerine çok yüksek fiyatla satıldı. Her Kıbrıslı kendisi için kurtuluş akçesi ödemeye zorlandı; ancak bunu ödeyecek para gerçekten kalmamıştı. Bu sebeple vali İoannes Komnenos ve (kumandan) Branas, ileri gelen ruhanîler ve memleketin büyük çiftlik sahipleri ve tüccarı ve aileleri ile birlikte fidyeleri gönderilinceye kadar zindanda kalmak üzere Antakya’ya götürüldüler; bazı kimseler ise uzuvları kesilerek ve hakaretle İstanbul’a gönderildiler. Kıbrıs adası Fransızlarla bunların Ermeni müttefiklerinin yaptıkları tahribatın ve vermiş oldukları zararın etkisinden bir daha hiçbir zaman kurtulamadı.” (s. 291-2)
Yukarıdaki satırları bendeniz kaleme almadım. Bunları yazan, konunun dünya çapında bir otoritesi olan İngiliz tarihçi S. Runciman’dır...
Bakınız, bir kısım Hıristiyanlar kendi din kardeşlerine nasıl zulm etmişler.
...................................................................................
1945’te Almanya teslim olduğu zaman, Amerikalılar bir buçuk milyon Alman askerini aç ve susuz bırakarak, yaralarını ve hastalıklarını tedavi etmeyerek, barınak sağlamayarak öldürmüşlerdir. (Kanadalı araştırıcı James Bracque “The Other Losses” isimli kitabında bu konuyu işlemiştir.)
Amerikalı Haçlıların Irak’ta yaptıklarını bütün dünya biliyor ve nice insaflı ve vicdanlı Batılı bu zulüm ve şenaatleri lanetliyor.
Camilerde inleyerek debelenen ağır yaralıları bile nişan alıp vurmuşlardır.
Bile bile sivil halkı katletmişlerdir.
Hapishanelerde korkunç işkenceler yapmış, kadınlara ve erkeklere tecavüz etmişler, Kur’an-ı Kerimleri yırtıp parçalarını helaya süpürmüşlerdir.
Guantanamo cehenneminde, insanlık tarihinde görülmemiş işkenceler yapmışlardır
....................................................................................
8 Şubat 2008 Cuma
Tarihsel
Etiketler: Gerçek Tarih
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
İşitsel/Görsel
|
Kur'an-ı Kerim Tüm Sûreler
ŞİİRLERİNİZ |
|
1 yorum:
top [url=http://www.c-online-casino.co.uk/]casino bonus[/url] coincide the latest [url=http://www.casinolasvegass.com/]free casino bonus[/url] autonomous no deposit bonus at the chief [url=http://www.baywatchcasino.com/]baywatchcasino.com
[/url].
Yorum Gönder